ÖĞRETMENLİĞİM 5

            ***

Okulumuz IV/C sınıfında Enver Çapat adlı bir öğrencim vardı. Meslek okulunda okuduğu halde kalemi kuvvetliydi. Gaziantep ve Türkiye’de Kompozisyon yarışmalarında birincilik ve çeşitli dereceleri vardı.

Ticaret Meslek Lisesinden mezun olduktan sonra Ankara Gazi Üniversitesinde gazetecilik eğitimi almıştı. Bir zamanlar anne ve babası Almanya’da olduğundan orada kalmış ve ressamlık yapmıştır. Şimdi hem kendi adına çalışmakta hem de kiliselerin bozulan resimlerini düzeltmektedir.

Ticaret öğrenimiyle eğitime başlayıp, edebiyat, ressamlık gibi sanatları becerebilmek herkese nasip olmayan bir durumdur.

Bir gün ona “Enver bir de beni nasıl görüyorsan yazı versene” demiştim. İyi ve kötü yönlerimi ele almış beni de yazmıştı.

Yazdıklarını olduğu gibi sunuyorum:

            ***

“SAYGIDEĞER ÖĞRETMENİM

Benden istediğiniz bu yazı bana, daha şimdiden sizi uzun uzun düşündürüp gelecekte yaşanması olası olan bazı duyguları yaşattı. Bununla beraber siz olmadan günlerce sizinle beraber olmanın sevincini yaşadım.

Başkalarının düşüncelerine verdiğiniz değer saygınlığınızı bende kat kat artırırken, sıcak bir sevgiye de dönüştürdü. Bu gün bu duygu ve düşüncelerimi yazıya dökmenin güçlüğü içindeyim. Sizi anlatmada, değerlerinizi ortaya sermede yetersiz kalışım en büyük üzüntü kaynağım oldu. Bazen kendi kendime düşündüm; acaba tanıyamadım da onun için mi yazamıyorum? Sonra bu düşüncemi aklıma gelen sizin bir deyiminiz çürüttü; “Anlayana davul zurna çok.” Hak verip suçu kendimde buldum. Siz gerçekten bizlere çok şeyler vermeye çalıştınız. Şöyle dönüp geldiğimiz yollara bakacak olsam her alanda ayak izlerinizi görmemem mümkün değil. Siz gerekeni fazlasıyla verdiniz, anlayamadıysam bunun nedeni “Arif” olmayışımdır. Kaldı ki sizi çok iyi anladığım konularda da yazmakta çektiğim güçlük karşısında kendimi ufacık bir toz gibi hafif hissediyorum. İstiyorum ki sizi yazarken güçlü kalemim olsun, her satırında sizi görür gibi olayım. Bu eksikliğim bende bir üzüntünün kaynağını oluştururken, tek tesellim bu yazıyı yıllar sonra okuduğumda birazcık da olsa sizi tekrar hatırlayacağı düşüncesi oluyor.

ÖRNEK EĞİTİMCİ

Mesleklerin en eskisidir öğretmenlik dersek yanlış olmaz sanırım. Çünkü geniş anlamda öğrenme ile öğretme işlevi doğuşuyla birlikte başlar insanın; yaşamı boyunca sürer gider. Bilmediklerimizi öğrenmek, bildiklerimizi de öğretmek yolundadır hep çabamız.

 Çağımızda eğitim ulusların gelişiminin bir motoru olmuştur. Gelişme buna verilen değer oranında olur. Bizim gibi ülkelerde öğretmenlere düşen görevin güçlüğü ya da büyük bir uğraş istediği yadsınamaz. Bırakalım öğrencileri okul dışında eğitecek olan, onları sosyal yönden tamamlayacak olan kurumların olmayışı, genelde aile eğitiminin bile yetersiz olduğu ülkemizde öğretmenlerin çok yönlü bir uğraş vermeleri apaçık ortadadır.

Eğitimcilik bir sanattır ve güçlü sanatkarlar ister. Bu sanatkarların ellerinden çıkan eserler ulusların kaderlerinde büyük rol oynar.

Konu öğretmenler üzerindeyken onların saygıdeğer ve önemli bir uğraş içinde olduklarını belirtmeden geçemedim. Bunun için bu işin bilincinde olanların önünde saygıyla eğilmek geliyor içimden.

 İsteyen birçok kişi öğretmenlik için gerekli –görünüşteki- şeylere (diploma v.s.) sahip olabilir. Ama isteyen her kişi öğretmen olamaz. Ortada yüklenilen görevi yerine getirip getirememe sorunu vardır. Her öğretmenin bu görevi yerine getirdiği söylenemez. Meselenin bilincine, ciddiyetine bile varamamış olanların ne tür bir eser ortaya çıkaracağını hepimiz biliriz. İnsan dışındaki doğa insandan daha ciddidir. Çünkü doğanın, insanınki gibi, zekası, kurnazlığı, hilesi, bilinçli oyunu, dolabı yoktur. Sadece hep aynı biçimde ve ayrıcalıksız uyguladığı, kimisi belki acımasız, ama hepsi ciddi yasaları vardır. ‘Özdeş nesneler özdeş sonuçlar doğurur’ doğada. Bu hep böyledir ve doğa bunun için ciddidir.

 İnsana gelince; zekâsı onu kaypak yapabilmektedir. Doğa gibi dosdoğru değildir insan. Doğa gibi dosdoğru insana en çok eğitim alanında ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Böylelerinin olduğunu da yadsımıyorum. Ancak o                                                                                                                             görünüşteki şeylere sahip olanlar da öğretmen olmuyor mu? Oluyor. Öyleyse onları mengeneli ve mengenesiz diyerek bende ikiye ayırırım.

 

Devam edecek                                                                    Orhan YALKIN