ÖĞRETMENLİĞİM 4

            O yıl okul nöbetim Pazartesi günleri idi. Bilindiği gibi Pazartesi günleri sabahları İstiklal Marşı ile öğrenime başlanır.

            Çoğu zaman öğrenciler, Bayrak Töreninde bulunmamak için, törenden sonra okula gelirler.

            Üstelik genelde ne idareciler ne de öğretmenler Bayrak Töreninde hazır bulunmazlar.

            Bir Pazartesi günü tören bir avuç öğrenci ile yapılınca ve de hiçbir idareci ve öğretmen de bulunmayınca çok kızmıştım. Törenden sonra gelen öğrencilerin enselerine birer tokat atıyor bir yandan da idareci ve öğretmenlere sokranıyordum.

            İdareciler ve öğretmenler gelene kadar bu tutumum devam etmiş, biraz sonrada çantamı alıp, okulu terk etmiştim.

            Aslında bu bir suçtu. Okul Müdürü, hem öğretmenim olmuş hem de mesai arkadaşım, beni severdi. Sonradan öğrendiğime göre, arkamdan hizmetlilerden birini göndererek, başıma bir şey gelir endişesini taşımıştı.

            ***

            Ahmet Öngen ile ben bir sene lise ikinci sınıfların Genel Muhasebe derslerine girme kararı aldık. A ve B sınıflarına ben, C ve D sınıflarına Ahmet Öngen öğretmenim giriyorduk.

            Bu dersin müfredat programı hesaplardan başlar, yasal defterlerle, yani Bilanço-Envanter, Defteri Kebir ve Yevmiye defterleriyle son bulurdu.

            Ahmet Öngen’le karara vararak defterlerden öğrenime başladık.

            O sene teftiş senesiymiş. Dersimize giren müfettiş Ahmet ile baba “Siz ne yapıyorsunuz? Daha senenin başı; defterlere geçmişsiniz” gibi laf edince bizde, bu şekilde öğrencilerin, konuları daha iyi kavradığından falan bahsetmiştik. Yanlış yolda olduğumuzu söyleyince biz de müfettişe “Yazılı olarak sorduğunda, yazılı cevap vereceğimizi bildirmiştik.

            Müfettiş ne yazılı olarak sorabildi ne de teftiş sonrası yapılan toplantıda konuya değindi.

            ***

            Yılsonu ekonomi sınav kâğıtlarını değerlendiriyorduk. Dersin öğretmeni ben, mümeyyizler rahmetlik Hüseyin Uygur ve rahmetlik Ahmet Öngen.

            Bir yazılı kâğıdı üzerinde belki, iki saatten fazla durduğunuzu, öğrencinin, o konudaki fikrinin doğru veya yanlış olduğunun tespiti için, okul kütüphanesinden kitaplar açıp, incelediğimizi anımsıyorum.

            ***

            Lise öğretmeni olarak haftalık 15 saat karşılığı maaş alırdık. Daha fazla saat derse girersek 15 saate kadar da ücret alabilirdik.

            Yıl 1972. Ben haftada maaş karşılığı 9, Rahmetli Hocam Hüseyin Uygur da 8 saat maaş karşılığı derslere giriyorduk. Çünkü öğrenci sayısı çok düşmüş, dolayısıyla da sınıf sayıları azalmıştı.

            Maaşlarımıza karşılık Hocam ve ben Gaziantep Lisesinin orta bölümünde okunan Ticaret Bilgisi dersine görevlendirilmiştik; yani ayrıca ücret almıyorduk.

             Bir öğretmeninin evi Gaziantep Lisesine yakın olduğundan, torpil kullanarak, bizim maaş karşılığı girdiğimiz sınıflara ücretli olarak görevlendirilmiş, Hocam ile beni de Düztepe mevkiinde bulunan okuldaki derslere girmemiz, Milli Eğitim Müdürlüğünce istenmişti.

            Ne Hocam Hüseyin Uygur ne de ben bu okula gitmedik. O yıl ben haftalık 9, Hocam 8 saat derse girmekle kaldık.

            Kimse bize, gösterilen okula gitmediğimizi soramadı. Çünkü yaptıkları hatayı biliyorlardı. Maaş karşılı yerine, ücret ödemek ortaya çıkacaktı.

            ***

            Ticaret Liselerin ikinci sınıflarında Genel Muhasebe, üçüncü sınıflarında da Banka, Maliyet, Şirketler Muhasebesi gibi ihtisas muhasebeleri okutulur.

            Ben hep Maliyet ve Banka Muhasebe derslerine girerdim.

            İkinci sınıftan gelen öğrencilerimden kimin çalıştığını, kimin derse önem vermediğini anlar, ikini yazılıda soruları sorar sınıftan çıkardım. Beş dakika kala gelir, kağıtları toplardım.

            Tabi bütün kağıtlara 9, 10 verirdim. Çünkü kopya çektikleri malum.

            Aradan 10-15 gün geçtikten sonra, yapamayacağını tahmin ettiğim bir öğrenciyi sözlüye kaldırır, yazılıdaki soruyu sorardım. Çocuk yapamaz; yazılı kağıdını çıkarır kendisine göstererek:

            -Oğlum, bu kağıt senin mi?

            -Evet efendim.

            -Bak, bütün soruları yapmışsın. Hadi soruya cevap versene?

            Öğrenci, ezilir, büzülür, yüzü kıp kırmızı olurdu.

            Üçüncü yazılıda aynı durumu tekrarlardım. İnanın değerli okuyucularım, herkes bildiğini yazar, bilmeyende kağıdı boş verirdi.

            Amacım, çocuklara dürüstlüğü aşılayabilmekti.

 

                                                                                 Orhan YALKIN