KESK, Yeni Bir Mutabakatla Ayağa Kalkmalıdır!

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve başta Eğitim Sen olmak üzere, KESK’e bağlı sendikalarda, 2023 yılı sonuna kadar sürecek olan kongreler süreci başladı.

Kongreler başladı başlamasına ama ne kamu emekçileri cephesinde ne de Türkiye kamuoyunda kongrelerin başladığına dair en ufak bir kıpırtı, en ufak bir heyecan ve en ufak bir hareketlilik var!

Bu durumun kabaca dört nedeninden söz edilebilir.

Birincisi, KESK’ in kuruluş yıllarındaki politik hareketliliğin ve yükselen işçi sınıfı mücadelesinin bugün yetersiz ve parçalı bir durumda bulunması, üstelik KESK yönetiminin de bu mücadelelere ideolojik ve örgütsel uzaklığıdır. 1990’lı yıllarda 89 bahar eylemleri, Kürt Özgürlük Hareketinin yükselişi ve reel sosyalist sistemin çöküşü sonucu özgürlükçü sosyalizm arayışındaki sosyalist hareketlerin dinamizmini arkasına alarak yelkenlerini dolduran KESK ve bağlı sendikalar, fiili ve meşru mücadele sonucu uluslararası sözleşmelerden doğan örgütlenme hakkını kullanarak kamu emekçileri hareketini yaratmış ve büyütmesini bilmişti. Bugün, yetersiz de olsa ülkenin dört bir yanında “deniz feneri” gibi yanıp sönen direnişler, grevler boy veriyor. Fakat bu direnişleri bütünlüklü bir sosyalist sınıf programıyla birleştirmek gereklidir.

İkincisi, KESK’in kuruluş yıllarındaki sendikal gruplar mutabakatının içinin boşalması ve koltuk pazarlığına dönüşmüş olmasıdır. Bu anlamda ülke sorunlarına politik çözümler üretmekten yoksun politik anlayışların, “Kelin ilacı olsa başına sürer!” misali, politik çözümsüzlüklerini, politik yetersizliklerini KESK ve bağlı sendikalarda yönetime gelerek, KESK üzerinden gidermeye çalışmalarıdır!

Üçüncüsü, KESK’in iç demokrasiden uzaklaşarak üyelerle bağının kopması, bürokratikleşmesi ve tüzüğünde yer alan demokratik merkeziyetçilik ilkesini unutarak, eylem kararlarını tepeden alan, belirli günler ve haftalar mantığıyla görev savan, basın açıklamalarına sıkışan ve giderek sokaktan uzaklaşan, eylemsizliğe hapsolan bir yapıya bürünmesidir.

Dördüncüsü ise KESK’in, kapitalist sistemin bugünkü yönelimi olan neoliberalizmin, işyerlerini ve işi bölen, çalışma düzenini esnekleştiren, iş güvencesini ortadan kaldıran ve örgütlülüğe adeta savaş açan saldırgan anlayışına, “refah devleti” döneminden kalan sivrisinek saldırısına tankla cevap vermeye çalışan “kast” yapısıdır.

Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen umutlu olmamız için fazlaca neden ve umudu, örgütlülüğe, mücadeleye çevirecek fazlaca hayalimiz var!

İlk olarak Encümen-i Muallimin’den, TÖS’ten ve TÖB-DER’den bugüne gelen bir kamu emekçileri hareketi ve iradesi var. Eğitim Sen ve KESK, bu devrimci hattın ve iradenin temsilcisi ve sürdürücüsüdür. Bu devrimci irade yukarıda sıraladığımız sorunları çözecek ve yeni perspektifler önerecek mücadele gücüne sahiptir. KESK’i ve bağlı sendikaları ideolojik olarak besleyecek olan arka plan da 2023 seçimlerinde açığa çıkan emek ve özgürlük mücadelesinde ısrar eden işçi sınıfı ve kamu emekçileri hareketinin ideolojik tıkanıklığını aşacak olan milyonların iradesi, ideolojisi ve mücadelesidir. Yapmamız gereken, açığa çıkan bu durumu örgütlülüğe, kamu emekçileri mücadelesine ve sosyalist bir mücadele hattına/hedefine yönlendirmektir.

İkincisi, KESK’in kuruluş yıllarında bütün grupların, kendi politik ihtiyaçlarını bir kenara bırakarak, kamu emekçilerinin mücadele ihtiyaçlarını ön plana aldıkları yılların mutabakat anlayışına geri dönülmelidir. Bugün kamu emekçilerinin mücadele ihtiyaçları hiçbir sendikal anlayışın reddedemeyeceği 4688 sayılı yasanın ortadan kaldırılması ve grevli toplu sözleşmeli bir sendikal yasanın çıkarılması, kadrolu-güvenceli çalışma yaşamı, kamu emekçilerinin yönetimde söz-karar hakkı ve ana dilde kamusal hizmetlerdir.

Üçüncüsü, KESK ve bağlı sendikaların demokratik merkeziyetçilik ilkesini hayata geçirerek en ücra yerleşim yerindeki kamu emekçisinin dahi karar alma süreçlerine katılımının sağlanması, sendikal mücadele programının demokratik süreçler işletilerek oluşturulması, alınacak her kararda üyelerin görüşlerinin alınmasına gayret gösterilmesidir. Günümüz koşullarında teknolojik gelişmeler, karar alma süreçlerinin işletilmesini kolaylaştırmıştır.

Dördüncüsüyse, KESK ve bağlı sendikaların, neoliberal sistemin iş yerlerini bölen, parçalayan ve kamu emekçilerini güvencesizleştiren saldırılarına karşı, benzer tarzda örgütlenmelerle karşılık vermektir. Örneğin bir büyükşehir il merkezinde, il-ilçe milli eğitim müdürlükleri sayısı kadar sendikal mücadele birimleri olmalıdır. Yine yerele ilişkin kararlar yereldeki Şube Yürütmeleri tarafından, Genel Merkez kararını beklemeye gerek kalmadan alınabilmelidir.

KESK ve bağlı sendikaların fiili-meşru mücadele hattını terk etmiş olması, sendikalarımızı giderek daha bürokratik, daha tutucu yapılar haline getiriyor. Nasıl bir eğitim sistemi istiyoruz, nasıl bir sağlık sistemi istiyoruz, nasıl bir yerel hizmet istiyoruz sorularına da cevap olabilecek alternatif bir sistemin köşe taşlarını döşemeye başlanmalıdır.

KESK ve bağlı sendikalar ancak bu şekilde ayağa kalkabilir, umut olabilir.

Umut ise, fiili meşru mücadele hattının yeniden yeşertilmesindedir.