Çevremdekilerle iyi ilişkiler kurmayı severim. Oturduğum apartmandaki komşularımla, apartman çevresindeki esnafla vb…

Benden kendisine yardımcı olmamı isteyenler çıkar, sevinerek uzatırım elimi. Artık yapabildiğimce…Yeni taşındığım dairemdeki komşularla selamlaşarak tanışmak isterim.

Bu kez ilk karşıma çıkan bir bayan komşu oldu.  Cinsiyetine bakmak aklıma bile gelmedi.

“Günaydın komşu…” dedim.

“Adam deli mi ne?” der gibi ters ters bakarak yanımdan geçip gitti. Birkaç basamak sonra durdu. Benim mahzun duruşum ona dokunmuş olmalı ki, gülümsedi.

Şimdi en iyi komşum o. Bazen yaptığı yemekten bir tabak getiriyor bana. Ben de manavlık, bakkallık, fırınlık işi olursa ona yardımcı oluyorum. N’olacak, küçültecek değil ya bu işler beni. Nasıl olsa kendim için gidiyorum o yerlere…

Gide gide öbür daire komşularla en azından selamlaşmayı başardım.

***

Apartmanımızın bitişiğindeki komşularımdan biri berber, genç bir adam. Askerliğini yapıp gelmiş, işini kurmuş ne güzel…

Yüzü tah satıyordu. Bu tah satmanın ne olduğunu bilmeyenler çıkabilir. Tah, üzümün kararmış, ekşimiş olanına denir. Bu söz “Suratından düşen bin parça” sözüyle kardeştir. Yine mi olmadı? O zaman şöyle diyelim:

Karadeniz'de gemileri batmış gibi dalıp gitmişti. Yüzü asıktı…

 Derdinin ne olduğunu sordum. Meğer o da derdini dökecek birilerini ararmış. Anlattı. Anası babasıyla atışmış… İstediği kızı almak istemiyormuş ailesi.

Yardımcı olmaya söz verdim. En azından babasıyla konuşarak onu ikna etmeye çalışırdım.

***

Bakkalımızla da dostum şimdi. Ona açtım konuyu. Bakkalım önce nasihat verdi.
“Bak,” dedi. “Ben seni severim. O yüzden derim ki, gel bu işe bulaşma. Sebep olursun, evlenirler. Dirlik içinde yaşarlarsa Mevla’dan, derler. Anlaşamazlarsa senin sebep olduğunu düşünür, sana ilenirler.”

Böyle konuşmasına karşın bildiğimde direndim. Öte yandan meğer onun da sorunu varmış:

“Sen illa ki bir iyilik yapmak istiyorsan bana yap,” dedi.

“Ne o, sen de mi evlenmek istiyorsun?” diye sordum.Güldü.

“Evdekinin hakkından gelebildim de yenisi mi kaldı? Benim derdim işimle. Bu yörede market çoğaldı. Artık iş yapamıyorum. Bakkalımı başka bir yere taşımak istiyorum. Şöyle süper marketi olmayan bir yere. Bildiğin böyle bir yer var mı?”

Haklı… Kapitalist düzen elbette ki birer birer yok edecek esnafı. 
Geride sermaye sahibi işletmeciler ile onların yanında çalışan düşük maaşla 12 saat sigortasız çalıştırılan yoksul işçiler kalacak. Her esnaf sonunda sermaye sahibinin kölesi, işçisi olacak. Kaçınılmaz bir gerçek bu.

Orta sınıf yok olacak. Bir kehanet değil sözlerim. Bilimsel görüşüdür namuslu ekonomistlerin. Nitekim hızla çoğalıyor marketler, süper marketler, hiper marketler, mega marketler. Artık bakkalın esamisi mi okunur?

Kurtuluş için de bir süre daha çabalayacak. Debelenecek… Bu da hakkı onun elbette. Hemen teslim bayrağını çekecek değil ya… Adamoğlu can çekişmeden ölüyor mu?

Ona marketsiz bir yörede dükkan aramaya koyuldum.

***

Yolda bir yazar dostumla karşılaştım. Günü nerede geçirdiğimi, neler yaptığımı sordu. Apartman komşularımla selamlaşmalarımı anlattım.

“Ne yapacaksın tanışıp, selamlaşıp da…” dercesine güldü, başını salladı.

Berberi evlendirmeye, bakkala yeni dükkân bulmaya çalıştığımı söyledim.

“Boş işle uğraşıyorsun,” dedi yazar arkadaşım. “Bakkalın, yeni yerinde de işi rast gitmezse senin sebep olduğunu söyleyecek.

Haklıydı ama onun haklılığı benim bakkalıma dükkân aramamı engelleyemedi.

Bu yazar arkadaşım bir süreden beri gazetede köşe yazısı yazmıyor. Gazetenin yayın müdürüyle ters düşmüş.

Yazmak isteyip de yazamamak kötü. Ne demişti Sait Faik Usta: “Yazmasaydım ölürdüm…”

Bizimki de düşüncelerini okurlarla paylaşabilmek için kıvranıyor.
Şimdi de o yazar arkadaşımın, yazı yazabileceği bir gazete arıyorum.

Gerçekten boş işlerle mi uğraşıyorum acaba?

İnsanlar artık birbirine yardım etmiyor mu? 

Etmemeli mi? 

Ben çağ dışı mı kaldım dersiniz?