İnsanlara güvenmek üzerine

Değerli Dostlarım,

Bu köşede sıklıkla kendi özelimi paylaşıyorum, biliyorsunuz. Günlük gibi.

Bugün insanlara güvenmekle ilgili yolculuğumdan bahsetmek istiyorum.

Lisedeyken hatırlıyorum, bir arkadaşım demişti ki;

“Sen herkesi seviyor ve herkese güveniyorsun zaten, sana göre kötü insan yok.”

Bunu hafif bir eleştiriyle söylemişti. Zira o esnada yaptığımız konuşmada etrafımızdaki insanları değerlendiriyor ve onların yaşamlarımızda yarattığı olumlu veya olumsuz etkileri konuşuyorduk. Benim tezim, her insanın eşsiz olduğu ve kendi koşulları çerçevesinde elinden gelenin en iyisini yaptığı yönündeydi. Arkadaşıma göre ise iyi insan ve kötü insan vardı ve her insan bu iki kalıptan birine mutlaka girerdi.

Arkadaşımın bana yönelttiği eleştirinin bende şu soruyu tetiklediğini hatırlıyorum;

“Acaba bazı insanlara daha mı az güvenmem gerekiyor?” Kendime böyle tatsız bir soru işareti bırakarak günü sonlandırdığımı hatırlıyorum. Zira benim için insanlara güvenmek en büyük huzur kaynaklarından biri idi. Hala da öyle.

Yıllar geçti. Üniversite, iş hayatı, aile, yeni insanlar, yeni yerler. Girdiğim her yeni ortam kendi öğretilerini, tavsiyelerini sundu, kullanmamı önerdi, hatta bazen şart koştu.

Okul sürecinde, bilgi topla-analiz et-sonuca git öğretisi yaşamıma girdi. Bu, günümüz ekonomik modelinde önemli bir yetkinlik. Mesleki olgunluğa ulaşmamda çok işime yaradı.

İş hayatı boyunca bu kasım iyice kuvvetlendi.

Bilgi topla - analiz et - sonuca ulaş.

Yaptığım projeler, yönettiğim süreçler; hepsi bu yetkinliğimi perçinlememe büyük katkı sağladı. Bu yetkinlik, analitik kapasitemi topluma katkı sağlayacak şekilde harekete geçirmeme yardımcı oldu.

Ancak bilgiyi toplayıp analizler yapıp bir takım sonuçlara (yargılara) varırken konu insan olunca bende yine akan sular durdu. Hep lisedeki halime döndüm. İnsanlara güvenen ve onları seven.

Ne zamanki içinde bulunduğum ortam, bilgi topla - analiz et - sonuca ulaş (yargıya var) döngüsünü insanlar üzerinde uygulamamı talep etti, ben reddettim.

Örneğin, iş yerlerinde çalışanlara yapılan kişilik envanterleri sonucu bireylerin belli kalıplarla tariflenmesi veya okullarda yapılan zeka testleriyle çocukların üstün zekalı - normal zekalı olarak ayrıştırılması gibi. Bu ve benzeri, insan hakkında varılan yargıların hiçbiri bana iyi gelmedi. Çünkü bilgi topla - analiz et - yargıya var döngüsü, içerisinde bir çok kalıp ve varsayım barındırıyor. Halbuki insan, hakkında varsayım yapılamayacak, herhangi bir kalıba sokulamayacak kadar sofistike ve eşsiz bir varlık.

Bu konudaki duruşumu daha iyi ifade edebilmek adına bir örnek vereyim.

Küçük oğlum Manuel 1. sınıftayken, okul yönetimi tüm sınıfa bir zeka testi uyguladı. Okul yönetimi test sonucunda oğlumun üstün zekalı çıktığı haberini verdi ve oğlumu üstün zekalılar sınıfına almayı önerdi. Eşim ve benim seçimimiz ise bırakın Manuel’i üstün zekalılar sınıfına almayı, bu okuldan ayrılıp çocuklar arasında ayrım yapmayan başka bir okula gitmek yönünde oldu.

İnsanlara olan güvenim, zaman zaman içinde bulunduğum ortamların normlarını zorluyor, bunun farkındayım. Ancak insanın olduğu yeri normlaştırmanın ve kalıplara ayırmanın, insanın potansiyelini kısıtlayan ve güven değerine sekte vuran bir yaklaşım olduğu kanısındayım.

Siz ne dersiniz?

Lütfen not edin: Burada bahsettiğim karşılıklı güven. İlişkiler, güvenin çift taraflı olduğu durumlarda inanılmaz besleyici ve keyifli oluyor.

“Güvenilmek sevilmekten iyidir.”
George Macdonald

Sevgiyle,