Çıkar ilişkileri domino etkisine dönüşürken, menfaatlerin karşılıklığı ilkesi gereğince veriliyor sözler, atılıyor imzalar. Bu yüzden bazen Siyasilere kızmaya gerek yok diyorum. Düzenin mimarları olarak sahnenin sahibi bizleriz. Fakat hakkımız olanı istemekle, verilene rıza göstermek arasında ki çizgide dahi değiliz. Yetinmek gibi bir huyumuz var. Yetiniyoruz ve bununla kalmayıp yetinmeyi siyasallaştırıyoruz, hatta kamusallaştırıyoruz. Yetmezmiş gibi koz diye siyasilere teslim ediyoruz. Olması gerekeni yapmaları noktasında ısrarcı olmuyor, bize sunulana lütufmuş gibi sarılıyoruz. Birlik olma ruhuna erişemeden “gemisini kurtaran kaptan” minvalince hareket ediyoruz. Direneni eleştiriyoruz, konuşana küfrediyoruz, ötekileştiriyoruz, ötekileşiyoruz. Birbirimize düşüyoruz. Kıt kanaat düşünceler besliyor, kraldan çok kralcı oluyoruz. Kral çıplak diyebilmenin cesurca olduğunu aptalca sayıp, bananecilik oynuyoruz. Maddeci düşünüyor, değerlerden soyutlanıyor, ahlaksızlaştırıyoruz, ahlaksızlaşıyoruz. Gücünün yettiği kadar çalana hak veriyoruz, çalma demenin doğru olduğunu bilircesine, bal tutan parmağını yalar demeyi ihmal etmiyoruz, desteklercesine. Nasıl daha fazla çalabilirim düşüncesine kol kanat geren bahanelere kanıyoruz, daha ileri taşıyıp sahipleniyoruz, bir takım lafı güzaflarla desteklemeyi ihmal etmiyoruz. Yaşanan onca hukuksuzluğun karşısında durmamız gerekirken, üzerine çekilen örtüyü hakikat olarak kabul ediyoruz, doğruyu görmekten kaçınıyoruz, hesap sorabilmenin hazzını elimizin tersiyle itercesine. Rövanşist mantıkla hareket edip, içine düştüğümüz fikri hazımsızlıktan tarafgirlik yaparak kurtulmaya çalışıyoruz, insandan taraf olamadan. Tahammül seviyemiz laf kalabalıklarına göre değişkenlik gösterirken, popülariteye göre şekil alıyoruz. Çoğunluk haklıdır mantığına sığınıp, aykırı olmayı ihanetle eşdeğer tutuyoruz. Arınamadığımız kutsalların karanlığında ışık arayıp, ortak paydada buluşamıyor, karşıtlıklardan besleniyoruz. Tıpkı siyasiler ve bürokratlar gibi hukuka aykırı herhangi bir durum oluştuğunda müdahale edilmesi için kamuoyu oluşmasını bekliyoruz, insan olmanın gereğini unutarak. Kuramadığımız empatinin hayaliyle başka baharların telaşına düşüyoruz. Herkesleşmeme adına en ufak bir girişimde bulunmayıp, tekdüze yaşamdan sıkılıyoruz. Bilmeyi garabet sayıp, cehaleti üstün kılıyoruz. En önemlisi unutuyoruz, ödenen bedelleri, kaybedilen seneleri, azmettiricileri, yıkıcı dili, yozlaşan zihniyeti... Dedim dedilerle besliyoruz. Birleşerek kazanabilecekken, ayrışarak kaybediyoruz. Günün sonunda acı tabloyla baş başa kalıp teslim oluyoruz. İnsanlaşamıyoruz. Bu sorunu aştığımız zaman karşı durulamaz bir güce erişebileceğimizi biliyoruz, fakat her seferinde bir çobana ihtiyaç duyuyoruz.
Sorarsanız; yaşıyoruz fakat ilkelleşiyoruz...