Bu yazımda da gelinin dünde kalan yeni yaşamından kesitler anlatacağım.
Kıza düğürcü gittik, istedik, nişandı şuydu buydu derken oğlan evine gelin olarak getirdik…
Bu bölümü merhum Adil Dai hocamızın kendi kaleminden, eskilerde kalan hatta unutulan yeni GELİNİN koca evinde ki “gelinlik devresinden” bahsedeceğim.
Dünde kalan “gelinin misafirlik” süresinin bitmesi üzerine evdeki kaynana hâkimiyeti gelin üzerinde de başlar. Gelin bu durumu yadırgamaz. Çünkü baba evinde de durum aynıdır.
Evdeki yaşamın organizatörü, tatbikçisi, karar mercii kaynanadır.
Evin günlük, haftalık, hatta aylık işleri kaynanadan sorulurdu, bunlar:
Ekmek etme, don yuma (çamaşır yıkama), hamam gitme (o tarihlerde hamamı olan ev herhalde yok turdu), sahreye gitme (pikniğe gitme) bütün bunların kararı kaynana tarafında verilirdi.
Ekmeğin ne zaman yapılacağına, donun ne zaman yunacağına, sahreye nereye nasıl gidileceğine kaynana karar verirdi.
Ocağın dili (mutfağın anahtarı) kaynananın belindeki kuşakta olur, yemek yapan gelin yemeğin tüm malzemelerin kaynanaya göstermek zorundadır. Kaynana az derse biraz daha kor. Çok derse alır.
Gelin kaynananın izini olmadan baba evine gidemez. Mutlaka izin almak zorundadır. Tabii yalnızda gidilmez. Kaynana gelinin yanına mutlaka birini katar. Onunla gider onunla gelir.
Günümüzdeki gibi gelin başka bir evde olamazdı.
O zamanın kurallarına göre gelinin bazı uygulamak zorunda olduğu kurallarda vardı.
Bunlar:
Ramazan da sahur yemeğini hazırlamak, gezmeden gelen kaynananın çarşafını almak, ayakkabısını çiftleyip kaldırmak…
Bahsi geçen dönemden bir gelinin başından geçen hikâyesini beraber dinleyelim:
“Bahar günlerinden bir gündü. Biz evde iki geliniz. Kaynanam örtündü sokağa gitti. Eltim ‘kalk kız, sadeyağ geldiydi, yağlı bir küfte edek (yapak). Kaynanam gelene yirik (yeriz), haberi bile olmaz. Peki dedim, o benden daha hıra (zayıf) idi. Kilerin penceresindeki demiri ayırttık. Eltim içeri girdi simit verdi, soğan verdi, yağ verdi çıktı.
Acele küfteyi yoğurdum. Temetos bekmezini (domates salçası) fazla goymuşum. Kollarım nerdeyse dirseklerime kadar kırmızı oldu. Küfteyi bastım. Tam oturup yiyeceğiz. Dış kapı ele alındı… Vuruluyor.
Eyvah, dedim kaynanam. Eltim ‘başımıza taş düştü’ diye sağa sola kaçmaya başladı.
Ne edek (yapak)? Kapı kırılıy (kırılırcasına)…
Eltime, ‘sen şu küfteyi ekinlikteki ağacın altın göm, bende elimi kolumu yuym (yıkayayım) dedim.
O ağacın altını eşti, küfteyi (haram olsun bir damlasını tatmadık) gömdü, üstüne de toprağı çekti. Haydımızda (avlu) gane (küçük havuz) vardı bende elimin kolumun gızartısının gidermeye çalıştım. Entarimin kollarını da indirdim aceleyle kapıya koştum.
Kapıyı açtım. Kaynanam. ‘Ne oluy? Yüzüme niye öyle bahıysız?’ (bakıyorsunuz?) Dedi.
Biz, ‘heç bi şey yok’ dedik. Kaynanam yutar mı?
‘Siz bişeyler ediksez! Dedi içeri girdi ganeye baktı kollarıma baktı, kırmızı…
‘Anladım, anladım siz kendi kendeze köfte yoruksoz(yoğurmuşsunuz). Hepsini yidez mi?’
‘Haram olsun bir damlasını bile yimedik ana’ dedik. Ekinliği eştik köfteyi gösterdik.
Kaynanam asaletini gösterdi bir daha ev de hiçbir yeri kilitlemedi.”