Kendimi övmek için söylemiyorum. Ben hayatta gülecek çok şey buluyorum.
Gülmek: Bir zevk, bir ayrıcalık, bir rahatlama, kendini kaybetme, bir cezalandırma değil mi?
Biz, hayattan zevk almak, ayrıcalık elde edip rahatlamak, bazen de kendimizi kaybetmek, yapılanları cezalandırmak için yaşamıyor muyuz zaten? Hem yaşamın fonunda bir gülme efekti yankılanıyor sürekli, onu duyabilenlere. Ben her daim onu duyabiliyorsam gülerim tabi.
Bir amca tanıdım geçenlerde. Hiç gülmek istemiyordu.
Dur güldüreceksin beni deyip duruyordu.
Gülüver amca. ne olacak? dedim, dayanamayıp.
Evladım. Dişlerim takma. Bozuldular. Durmuyorlar yerinde. Her gülüşümde fırlıyorlar ağzımdan. dedi.
Evet, ne tuhaf. Yüzümüz, ağzımız, gözümüz nasıl bir hal alıyordu biz gülerken. Merak ettim. Plastik çerçevesi mavi, dikdörtgen, bir avuçtan az büyük bir ayna aldım; elime. Yerleştirdim yüzümü içine. Zor sığdı.
İlk önce ukala bir gülücük fırlattım siluete. Cevap verdi aynı şekilde. Bir an aşağılandığımı zannettim. Oysa aşağılayan da bendim. Sanki hiç ben o hale düşmeyecekmişim, farklı bir dünyadan gelmişim. Karşımdaki ise hep o aşağılık, ne idüğü belirsiz halde kalacakmış gibi bir ifade takındım. Dudağımın sağ kenarını, sağ elmacık kemiğini belli edinceye kadar; kirpiklerinden uzanan bir misine ile yukarı çekip, gözlerime bir mana yükleyip savurmuştum gülüşü. İnsan büyüklendiği, gururunu baş tacı yaptığı zamanlarda yapıyordu bunu.
Sonra aynada sevdiği, tanıdığı, sohbetinden, yanında olmaktan hoşlandığı arkadaşıyla karşılaşmış bir insan gülümsemesi ve mutlu tesadüfü belirdi. Çok sevimliydi. Kaşlarını yukarı kaldırmış, alnını biraz kırıştırmıştı. Dişlerinin arkasından gölgeli bir dil görünüyordu. Bütün yüz kasları gevşemiş, gözlerinin akı ile karası iyice belirginleşmişti.
Yanıma gelen insan nükteli bir olay dramatize ediyor olmalıydı. Zira yüzümde olayın içindeki ufak tebessümleri seçmiş, masum bir gülüş vardı, şimdi. Gözlerimle birlikte ağzım da incelmiş, iki yana yayılmıştı. Dişlerim hiç yoktu. İşte o anda ne olduysa oldu. Kocaman bir kahkaha sardı, bir sabun köpüğü gibi içine aldı beni. Gözlerim iyice incelmişti. "Japonlar kahkaha atarken hiç bir şey göremezler herhalde" diye düşündüm. Karnım, yüzüm, dudaklarım, ağzım tamamen gerilmiş, yuvarlaklaşmış, en uç noktalara taşınmıştı. Elmacık kemiklerim kocaman olmuş, dilimin üzerindeki gölge kalkmış, küçük dilim aydınlanmıştı. Gözlerimin kenarlarında kırışıklıklar oluşmuş, gerilen yüzümün tek yumuşaklığını yaratmışlardı. Çıkardığım sesten başka bir şey duymaz olmuştum.
Tam o sırada saygı duyulan, nefret edilip laf söylemesinden korkulan ve ya bir hoca, bilmiyorum. Biri geçti galiba arkamdan. Birden ağzım kapandı; ama içim kahkahadaydı. Yanaklarım şişmiş, çenemde çukurluklar oluşmuş, dudaklarım ise hınzır bir biçim almıştı. Kahkaha, gidenin arkasından yuvarlanan kıs kıs bir gülüşe bırakmıştı yerini. Babam buna "değerli gülüşü" derdi. Gerçi o bir köpekti. Ne yazık ki hayvanlar gülemezdi. Bu gerçeği üniversite yıllarına kadar bilmemiş; hayvanat bahçesinde bir gergedana maskara olmamak için maymunlara fıstık atmamıştım.
Ben bunları düşünürken bir şeyler kaçırmış olmalıydım. Çevremdeki herkes bir kahkaha rüzgarında kendini yerden yere vururken somurtamamış; mecburiyetten bir gülüş geçirmiştim yüzüme. Gözlerim manasız bakmakta; dudaklarım dişlerimi göstermede kararsız kalmaktaydı. Acaba bana mı gülüyorlardı? Neyse ki çabuk bitti. Her şey yatışmış; aynada yalnız kaldığımı zannediyordum ki o... Her zaman karşımdan gelen. Siyah içine kırmızı bluz giyen. Ne zamandır görüyor; uzaktan uzağa kan kaybediyordum. Simdi kalbim hızlı çarpıyor, gözlerim bunu ele veriyordu. Bir şekilde ilgisini çekmeliydim. En azından bana aşina olmalıydı. Hemen kaşlarımı kaldırdım. Dudaklarımı ve yüzümü en heyecan verici rastlantılar komedisinin başrolüne atadım. Bağırıyor, çağırıyor, yüksek oktavlı kahkahalarla ben buradayım diyordum. Bu ilk değildi. Daha önce de gülerek kur yapmıştım. Bir de dozajını ayarlayıp "soytarı" imajını silebilseydim. Neyse... İlgilendiğimin ilgisini çekip çekemediğimi anlamdan geçivermişti içimden. Bir ben, bir de bendeki o... anneanne olduğunda "Adile Naşit" gibi gülmeliydi.
Saf ve içten