GÖKKUŞAĞI RENGİNDE YAŞAMIN İÇİNDEN...

Dost arayanın dost bulamadığı zamandayız. Menfaat dostluğunun şımardığı, arşa kalktığı zor zamanları yaşıyoruz. Zayıflayan toplum ahlakı sallanmakta sessizce… yıkımı büyük, acı ve tarifsiz olacak gibi…!

İlmek ilmek nakış gibi işlediğimiz gün gün büyütüp gözümüzden sakındığımız yavrularımız, varlığımıza anlam katan en kıymetli değerlerimiz.

Madalyonu iki yüzüyle yaşıyoruz; bir yanda sevgi, huzur, muhabbetle büyüyen, yaşayan sahipli, gönül zengini çocuklar… diğer yanda sahipsiz, kimsesiz, ümitsizler… geçmişi yaşayamayıp geleceği göremeyenler… kör bir kuyuda ışık arayanlar, sevgiye, dostluğa aç kalanlar… anasız, babasız yuvasız yaşayanlar..!

Yavrularımızın hepsi gün ışığı gibi parlasınlar, iyilikle, güzellikle, mutlulukla yaşasınlar diye gönlümüzden dualar etsek te maalesef…!

Çocuk suçları toplumun kanayan yarası olmaya devam etmekte, geçen her zaman diliminde istenmeyen artışını sürdürmekte. Bir yanda mağdur, ezilen, haksızlığa ve şiddete uğrayanlar, diğer yanda sanık sandalyesinde oturanlar, ezen ve haksızlığa uğratanlar…!

Denizde bir damla gibi vicdanlı yürekler kurtaracak bu çocukları… birazcık gayret, sabır, destek, fedakarlıkla..!

İyiler ve dürüstler mutlaka her yerde olsa da, madde dünyası oldu hayat, bir ikilem gibi…! Hayatın senfonisinde kime güveneceğini şaşırmış insanlar, yorulmuş yürekleriyle yaşlanmış sesleri duyurmak için bir telaş içindeler…

Gökkuşağı renginde yaşamlar iç içe görünse de kopmuş birbirlerinden… gönüller yalnızlığı seçmiş, huzuru yalnızlıkta aramaya başlamışlar…!

Saygı ve fedakârlık mazide kalmış, sabırsız ve kızgınlar… Kul hakkı ve ahde vefa tozlu raflara mahkum edilmiş..!

Basamaklarını tırmandığımız bu merdivenden inişe geçtiğimizde, iki kapılı hanın önceki yolcularını unutmayalım kısa yolculuğumuzda…!

“O” Denizde Kaybettiğim Bir Damlaydı!

25 Temmuz 2012 Perşembe günü gazete manşetlerinde Melek kızın acısı, cefası, vefatı…!

            Çocuk yaşta evlendirilip, koca ve ailesinin şiddet ve işkencesinden akli dengesini yitiren, evden atılıp dondurucu soğukta doğum yapan, ölen bebeğinin ardından dayak, işkence ve ızdıraplarla kendi ailesine sığınan Melek kızın, yeniden koca evine gönderilmesi, dramı, acısı, akıl almaz hayatı..!

            Kim bilir?! Neler yaşadı, 24 yıllık ömründe neler gördü, neler yaşayamadı?! Sözün bittiği yerdeyiz… eski bir tuvalet yığınında, yaşamının son anında bulundu Melek kız… esaret ve işkence altında… bütün vücudu hareketsizlikten kireçlenmiş, yaralarını kurtlar talamış, artık hiçbir şeyin farkında olmayan, tertemiz kalbiyle karanlığa gömülmüş gözleri, hissetmeyen yüreğiyle bulundu… İnsanın kanını donduran bu korkunç drama, akıl almaz acıya bulunduktan sonra sadece üç gün dayanabildi.

Kimseden şikâyetçi olmadan, ağrılarını, sızılarını, ızdırabını anlatamadan, sessizce, kimsesizce çekip gitti… anlayamadığı, yaşayamadığı bu dünyadan… onu anlayacak, acılarına mehlem olacak bir insan(!) göremeden, bilemeden hayata veda etti… Bir yerlerde onun için akan göz yaşlarını hissetmeden, çaresizliği ızdırabı insafsızlığı insanlık vicdanına kara bir leke olarak bırakıp gitti Melek kız…

            Kurtuldu belki de, acıları dindi, kurtlanan yaraları kurudu, insanlığa yeniden hayat vermek adına sadık dostu toprağına kavuştu...

         Ömür dediğin,bir varmış bir yokmuş

         Gül dediğin açıp solar,bülbülü ağlarmış,

         Aşk dediğin,baharla kışın kıyılarında ...

         Ölüm dediğin,hep varmış hep varmış...

SAMET EMRE