Geçmişe özlem duyduğumuz günler yaşıyoruz nedense.
Ne güzel yıllardı deyip iç çekiyoruz, radyoda ise cızırtılı bir frekanstan “maziye bir bakı ver neler neler bıraktık” çalıyor…
Maç günleri iple çekilirdi o günlerde. Hafta içinde harçlıklar biriktirilip maçın başlama saati beklenirdi.
O zamanlarda gündüz oynanırdı ya maçlar, işte o yüzden sabah erkenden gidilip bilet kuyruğuna girer, uzunca bir beklemeden sonra stada girip o beton platforma otururduk. Kafamızda gazete kağıdından yapılmış şapkalar okulda öğrendiğimiz el işi derslerinin bir getirisi olsa gerekti.
Bir leğenin içinde nerede yapıldığı belirsiz, hijyenden uzak nohut dürümü malzemeleri ve ama bir o kadar da lezzetli.
Sanduka içinde 24 adet şişe, sarı var, siyah var, beyaz var.
Portalin gazozu yani.
O zamanlar kola dediğin meret biraz lüks tabi. Gazozun yanında sabahın seherinde fırından çıkmış ve bekleye bekleye sertliği betona çalan simit.
Cepteki para belli. Adam sarı var siyah var beyaz var kahve var diye bir iki geçerken hesap yapılır kafadan. Param yeter mi? Yesek mi? …
Sonra karşı tribünden bir alkış kopar, bizim reşit boş kalelerden birine doğru koşuyor. Reşit gol gol gol, reşit gol gol gol… oooooooo, ooooooo, oleyyyyyy, oleyyyyy, golllllll.
Bu sefer bizim taraf başlar “kapalı uyuma ,kapalı uyuma”. Bir alkış daha kopar tüm stadta. “kırmızııııı”…
Olmaz bir daha denenir, “kırmızııııııı”, “siyahhhhhh”, “kırmızııııııı” “siyahhhhh”. “en büyükkkkk” “gazikent”….
Güneş maratonu yakmaya devam eder daha da maça var 1-2 saat.
Bin bir gevezelik ,lügatınızda olmayan yeni şeyleri öğrenmenin verdiği mutluluk, polis abilerin her sıra başına intizamlı dizilişleri ve yanınızda oturan hiç tanımadığınız bir amcanın “ bunların da işleri Almanya’dan iyi ha” cümlesinin ettirdiği tebessüm.
Bizimkiler çimlere adım atar. Bir alkış bir tufan… anlarsınız ki maç başlayacak. Isınmalar devam ederken kale arkasındaki cefakâr taraftar tek tek çağırır tribüne. Maksat motivasyon.
Güneş iyice gözünüzün içine işlemeye başlamıştır, fazla gazete kağıdı ile yelpazeler yapılır. Hani el işi dersleri bir işe yaramazdı?
Ve maç saati…
Alkışlar, tezahüratlar, ahlar vahlar…
O dönemlerde hakemler ağırlıklı olarak siyah girerlerdi ve ben ilk orada duymuştum hakeme “gara tumanlı “ dendiğini…
Vay mı aleyhte bir şey yapsın “garaa tumanlı allah senin…..” yani sonu sinkafla biten bin bir serzeniş.
O sanduka içinde gazoz satan arkadaş hiç durmadan volta atar tribünde…
Sarı var, siyah var, beyaz var, kahke var…
Maç oynanır ve biter…
Galip gelince sevinçten eve nasıl gittiğimizi bilemez, yenilince de bütün suçu hakeme, teknik direktöre keser, sanki biz olsak takımı şampiyon yapacakmış edası ile ev yolunda yorumlar yapardık.
Maçtan geriye o gün yaşanan bir sürü yorgunluk ve tribünde evine ekmek götürmek için çabalayan gazozcunun “sarı var, siyah var, beyaz var, kahve var” nidaları ile hepi topu 3-5 tane olan ve her maçta yinelenen bildik tezahüratlar kalır, birde 15 gün sonraki maç için yapılacak planlar…
İyi de beyim bütün bunların Kayserispor maçı ile ne ilgisi var mı diyorsunuz?
Var güzel kardeşim var;
Gazı kaçmış portalin gibiyiz haftalardır, daha bundan güzel benzeme mi var…
İyi haftalar.