DÜRÜSTLÜK ÇİÇEĞİ

Dürüst insanlar kendilerine yapılmasını istemedikleri bir şeyin, başkasına yapılmasına  da engel olurlar.Dürüst olursanız, yalnız kaldığımızda,kendimizi dinlediğimizde, içimizi huzur doldurur.Aynı zamanda başkalarının bizlere güvenmesine imkan tanır.

Güven ise kişisel ve mesleki ilişkilerin iyi olmasında en önemli faktördür. Peygamberimiz, daha peygamber olmadan önce nasıl bilinirdi,  “Emin” denilirdi. İnsanların dürüstlüğünüzden şüphe etmemesi ne güzeldir.

Dürüst olduğunuzda kaybediyor gibi göründüğünüz dönemler oluyor. Olayların içindeyken, dürüst olmayacaksın arkadaş” diye sinirlendiğin zamanlar oluyor.  Dürüst olduğunuzda çabalamalarınız  boşa çıktı diye düşündüğünüzde beklenmedik, güzel sonuçlarla karşılaşırız. Dürüstlüğün aynı zamanda, mutluluk ve kendimizle barışık olmanın anahtarı olduğunu da unutmamak gerekir.

Dürüstçe sigortası olduğunu ama geçinemediğini belirten vatandaş  yardımlardan yararlanamıyor. Sigortası var ama geçinemiyor. Sürekli tedavi gören hasta eşi var. Bu insan ne yapsın? Yalan mı söylesin, hırsızlık mı etsin? Açık yüreklilikle sıkıntısını anlatıyor Hilal teyze,” evin damından sular akıyor. Bu soğukta kömürsüz oturuyorum. Sosyal yardımlaşmadan kömür istedim. Sigortan var dediler. Yetmiyor kızım, yetiştiremiyorum. Eşim tedavi görüyor” diyor. Birileri Hilal teyzenin sesini duyar ümidiyle, sizlerle paylaşıyorum.

Ülkemizde o kadar çok olaylar yaşandı ki, herkesin dürüstlüğü sorgulanır oldu. Kimse kimseye güvenmiyor. Bakan çocuklarının yatak odasında para kasaları, para sayma makineleri çıkarken, ayakkabı kutularında milyon doları olanlar var. Diğer tarafta Hilal teyze gibi 500 kg kömür için dert anlatmaya çalışanlar var. Ne diyelim Allah’ım bu yaşananları görsün.Emeğiyle geçinenlere yardım etsin. Kazancını bereketli kılsın.

“Yalancının cezası kimsenin kendisine inanmayışı değil,asıl kendisinin kimseye inanmayışıdır.” Bernard Shaw’un sözüdür. Güzel bir söz.

“Kişi kendinden bilir “demiştir  atalarımız, sen nasılsan, karşındakini de öyle bilirsin.  Yazımı bir dürüstlükle ilgili bir öykü ile bağlayayım.

Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu.

Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı.

Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı, prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.

Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi. En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.

Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi.

Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu. Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi…

Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu.

Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı:

“Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”