DÜNÜ YAŞAMAK

 

Bu sabah hava biraz bulutlu ve serin. Bu bana bir an da dünü yaşattı. Aklım uçtu gitti.

 ***

 50-60 sene önce bu günlerde tatlı bir telaş kaplardı ortalığı. Hemen her evden tangır tungur kazan kapak sesleri gelirdi…

Bir yandan mahralarla gelecek üzümler beklenirken bir yandan da üzümün tepeleneceği sallar kurulurdu. Diğer bir yanda ise evin uygun bir yerine masere kazanın kurulacağı yer hazırlanılırdı.

Sucuk değneğine dal dal bağlanmış; ceviz, fıstık ve badem (payam) sucukları şire kazanının yanmasını beklerdi.

 ***

Mahra mahra üzümler gelir, yıkanır; sala konulur. Üzerine şire toprağı denilen beyaz toprak atılır. Akşam yemeğinden sonra işin ehli birisi salın üstüne çıkarak başlar üzümü tepelemeye. İşin ehli dedik. Çünkü üzüm tepelemekte başlı başına bir hüner isterdi.

Gece bir yarısına kadar üzün tepelenir, suları teştlere, don kazanlarına alınır dinlenmeye bırakılırdı.

Sabah ezanıyla daha evvelden hazırlanan ocağın, üstündeki şire kazanına bu üzüm suları kovalarla doldurulur, ocağın altı yakılırdı…

Kazanın kaynaması yanlış hatırlamıyorsam 3-4 saat sürerdi, herhalde. Çünkü biz mektebe gitmemize yakın, kaynayan üzüm suyunun bastık haline gelmesi için içine ilave edilecek nişastasına (nişe) ancak sıra gelirdi.

Sıcak üzüm suyundan bir miktar alınarak balçık haldeki nişasta biraz daha sulandırılarak yavaş yavaş şire kazanına ilave edilirdi. Bu arada da evin güçlü kuvvetli gençlerinden birisi ucu ince ince dallı kalınca bir ağaç dalıyla devamlı olarak kazanı karıştırırdı. Devamlı karıştırılmazsa, nişasta topak topak kalırdı ki, bu da iyi olmazdı. Hatta evin hanımına yakılmazdı.

 ***

Tam kıvamına gelen bastığın ocaktaki ateşi mümkün olduğunca azaltılır, daha çok katılaşması önlenirdi.

 ***

Sıra sucukları bu kazanın içindeki bastığa batırmaya gelirdi ki; bu da maharet isteyen bir işti. Her kadın bu işi yapamazdı. Tecrübeli evin büyüğü yapardı.

Bir köyneki,iki köynek, üç köynek… Ta ki sucuklar istenen kalınlığa gelene kadar…

Sonra sıra bunları, soğ denilen üzerine sırayla kalın çiviler çakılarak, uçları eğilerek çengeli sırıklara geçirilerek kurumaya bırakılırdı.

 ***

Bu gün bu günleri yaşadım…

Yine de eskinin tadı başka mı ne?