Kimileri nedense “Cumhuriyet” ve “Atatürk” sözcüklerini telaffuz etmekten çekiniyorlar. Ama bugünü kendilerine Atatürk’ün armağan ettiğini pekâlâ biliyorlar.
Atatürk, ülkenin kurtuluşu için gerekenleri yapmamış olsaydı, bugün Sevr hükmünü icra etmiş, Türkiye, Ankara ve çevresindeki 12-13 şehirden ibaret bir ülke olarak kalacaktı.
Osmanlı yine yok olacak, İstanbul ve ülkenin diğer toprakları, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Ermeniler tarafından paylaşılmış olacaktı.
Hal böyle iken insan, Osmanlılık özentisine bir türlü akıl erdiremiyor.
***
Cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarını dolaşan Atatürk bir ara, Halkevine uğrar. Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleri ile karşılaşır. Efeleri bir müddet seyreder ve Çankaya’ya döner.
“Efeleri buraya getiriniz!” emrini verir.
Efeler Çankaya’ya çıkar ve gösterilerine orada devam ederler.
Bir ara efelerden birini yanına çağırır ve “Efe, sen benim için ne yapabilirsin?” diye sorar. Efe hiç tereddüt etmeden “Ölürüm” cevabını veriri.
Atatürk, efeye samimi olup olmadığını sorar ve samimi olduğu cevabını alınca, başını dizinin üzerine koymasını söyler.
Efe hemen başını Atatürk’ün dizine koyar ve başını koyar koymaz, şakağında bir soğukluk hisseder. Bu, Atatürk’ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğudur. Efe bunu görmüş, en ufak bir harekette bulunmamıştır.
Atatürk, mermiyi namluya sürer, gözle fark edilmeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından çok az mir mesafe kaydırarak, tetiği çeker.
Orada bulunanların beti benzi atmış ama efenin başı hala Ata’nın dizindedir ve de küçük bir kımıldanma dahi yoktur.
Atatürk, efenin başını dizinden kaldırır ve alnından öper; orada hazır olanlara döner:
“İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım” der.
***
Cumhuriyet, kolay kurulmadı. Bu topraklar üzerinde yaşayan herkes, kanı pahasına, onu korumak ve devamını sağlamak zorundadır.
Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!
***
Yazıma, Atatürk’ün her dinledikçe güldüğü bir fıkra ile son vereyim:
Yeşilaycı bir profesör konferans vermektedir. Bir ara dinleyicilere sorar:
“Bir eşeğin önüne iki kova koysanız. Biri su dolu, biri rakı; hangisini içer?
Hemen kendisi cevap verir:
“Tabii suyu” Profesör soruya devam eder:
“Neden?”
Kendisi cevaplamadan, oturanlardan biri söz alır ve yüksek sesle:
“Eşekliğinden.” der.
Orhan YALKIN