CUMHURİYET BİR GECEDE Mİ KURULDU?

Hilal Kaplan, 28 Ekim 2012 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’ndeki “Hutbemiz: Cumhuriyet” başlıklı yazısında, Cumhuriyet’in kuruluşunu Kazım Karabekir’in anılarına dayandırarak aniden, Kazım Karabekir gibi bir kahramanın bile haberi olmadan, bir gecede kurulduğunu yazıyor.

Yazar, Kazım Karabekir’in anılarından, “Ben hem mebus hem de bir ordu kumandanı olduğum halde bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet, haklı olarak, halkı da orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Daha dün yüreğine ferahlık verdiğim zatlar benden bu şeklin manasını soruyorlardı. Bu vaziyette, tabii Cumhuriyet'in ilanını ertesi gün dahi kutlayamadık.” cümlelerini alıntılayarak, Cumhuriyet’in kuruluşunu karikatürize ediyor.

Yazının bütününde yer alan iddialar bir tarafa, sadece bu açıklama bile yazarın, tarihsel olaylara ne kadar yüzeysel baktığını göstermesi açısından önemli.

Öncelikle, tarihsel olaylar bir anda olmaz. Her tarihsel olayın öncesinde, o olayı hazırlayan gelişmeler vardır.

Sözgelimi;

-İstanbul’un fethi bir anda mı olmuştur?

-I. Meşrutiyet ,  II. Meşrutiyet bir anda mı ilan edilmiştir?

-Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na bir anda mı girmiştir?

Bu soruları uzatmak mümkün.

Şimdi gelelim “Cumhuriyet bir gecede mi kuruldu?” sorusuna.

Osmanlı modernleşmesini, II.Mahmud’a kadar uzanan bir süreç olduğunu iddia eden tarihçiler olduğu gibi, 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’na dayandıran tarihçiler de vardır.

Tanzimat Fermanı’nın, ardından gelen 1856 tarihli Islahat Fermanı, 1876 tarihli Kanun-i Esasi, I. ve  II. Meşrutiyet ve nihayet 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye gibi hukuksal belgeler; Osmanlı modernleşmesinin, monarşinin sınırlandırılması, halk-millet egemenliğinin genişletilmesi yönünde ilerlediğini gösteren belgelerdir.

20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat’ı Esasi Kanunu, Ankara Hükümeti tarafından yürürlüğe sokulduğunda, o anda yürürlükte olan 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile birlikte yürürlükte kalmıştır. Ancak meclis yönetimi, kararların oy kullanarak alınması, milletvekili seçimleri, yeni Meclis Hükümeti’nin kanuna uygun davranışları, ordunun meclise bağlı olması gibi nedenlerle artık Osmanlı Devleti’nin hükmünün kalmadığı gibi, 1876 Kanun-i Esasisi de Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıyla yürürlükten kalkmıştır.

1921 tarihli Teşkilat’ı Esasi Kanununun 2.maddesinde “Hakimiyet-i milliye esastır.” hükmü yer almaktadır. Daha da ileri gidilerek “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.” denilerek de devletin yönetim şekli ve adı konmuştur.

Prof.İlber Ortaylı’nın deyimiyle, Teşkilat-ı Esasi Kanunu, meclis üstünlüğünü yansıtır ve aynı zamanda cumhuriyete geçiş belgesidir.

29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Cumhuriyet; sıralanan bütün bu hukuksal belgeler ve tarihsel olaylarla birlikte, Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılması ve Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile dünya tarafından tanınan egemen bir ülkenin, tarihsel süreçte oluşan yönetim şeklinin, alenileşmesi, ilan edilmesidir.

Hilal Kaplan’ın, Cumhuriyet’in ilan edilmesinin mecliste oylanması ile ilgili verdiği sayılar da tartışmalıdır. Kaplan, bu sayılara dayanarak, Cumhuriyet’in azınlık tarafından kabul edildiğini ileri sürmektedir. Kaplan yazısında, “Atatürk, 28 Ekim 1923'te, akşam yemeğinde, rejimin cumhuriyet olarak değiştirileceğini masadaki hazirûna açıkladı. Ertesi gün, mecliste, yasalara göre bulunması gereken çoğunluk bile yokken (334 mebustan, sadece 158'i meclisteydi) mezkûr değişiklik yapıldı.” diyerek, tahrifat yapmakta, bazı kaynaklarda 281(Wikipedia), bazı kaynaklarda 286 (Prof.Ortaylı) milletvekilinin görev yaptığı ileri sürülen mecliste, 158 milletvekilinin oyunu alarak yaklaşık ‰ 55 oranında bir çoğunlukla kabul edilen Cumhuriyet’i, halkın gözünde değersizleştirme faaliyetini ileri bir aşamaya taşıyor.

Cumhuriyet’in ilanının “Akşam yemeğinde, rejimin cumhuriyet olarak değiştirileceğini masadaki hazirûna açıkladı.” diyerek, özellikle yemek sırasında “içkili” bir ortamda karar alındığını da vurgulayarak, şark kurnazlığı yapıyor Sayın Kaplan.

Hilal Kaplan yazısında son olarak, bütün bu tarihsel arka plandan söz etmek yerine, sadece Kazım Karabekir’in anılarından yola çıkarak, tarihsel olayları yorumlama yoluna gidiyor.

Tarihsel olaylara bu şekilde yaklaşmak, tarih bilimine aykırı olduğu gibi, okuyucuları da yanlış bilgilendirmek anlamına gelecektir. Aynı şekilde, o olayların oluşmasına neden olan tarihsel arka planı gözeterek bakmak daha doğru olacağı gibi, okuyucuların doğru bilgi edinmesine de yardımcı olacaktır.