Geçtiğimiz yıllarda, CHP eski genel başkan yardımcısı Onur Öymen’in sözleriyle gündeme gelen “Dersim” tartışması, Sayın Başbakan’ın, AKP il başkanları toplantısında yaptığı konuşmayla, yeniden güncellendi.
Şöyle diyor Sayın Başbakan konuşmasında; “CHP genel başkanı ne kendi kişisel tarihini ne de CHP'nin tarihini konuşamaz. Zira her ikisinde de dersim var. Her ikisinde de dersim ile yüzleşmek zorunda. Zalim CHP ile mazlum dersim arasında bir tercih yapmak zorunda ama bunu yapamıyor."
Bu konuşmadan sonra, CHP’nin, Dersim konusu ile bir yüzleşme yaşaması kaçınılmazdır ve bu yüzleşme yaşanmadığı takdirde de CHP, siyaseten sürekli eski CHP ile; eski CHP’nin uygulamaları ile yüz yüze kalmaktan kurtulamayacaktır.
CHP’nin, Dersim yüzleşmesinden kaçınmasının en önemli nedeni olarak, partide var olan “Cumhuriyetçi Çizgi” taraftarlarını küstürmemek, görünmektedir. Ancak her şeye rağmen, sonuçlarının nereye varacağını da düşünmeden, CHP’nin bu yüzleşmeyi mutlaka yaşaması gerekir.
Bu yüzleşmenin de iki önemli noktası olmalıdır.
Birincisi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel Dersim yüzleşmesi, ikincisi ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsında CHP’nin Dersim yüzleşmesi.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanı olduktan sonra özellikle de seçim ve referandum süreçlerinde, iktidar tarafından sürekli olarak etnik ve mezhepsel kimliği nedeniyle seçim malzemesi yapıldı.
Kılıçdaroğlu’nun Alevi ve Kürt kimliği sanki utanılacak bir durummuş gibi, seçimlerde Sünni-Türk seçmenin nabzını tutmakta kullanıldı. Kılıçdaroğlu da bu konuda kamuoyunun karşısına çıkıp bir açıklama yapmadı. Siyaseten, kimi Sünni-Türk CHP seçmeninin oyunu kaybetmeme stratejisi izledi.
Bugün için, bu siyasetin yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü konuyu ne kadar halının altına süpürürseniz süpürün, iktidar her fırsatta bu konuyu yeniden ısıtıp, gündeme taşımaktadır.
Bu nedenle yapılacak olan bellidir.
Sayın Kılıçdaroğlu hiç zaman kaybetmeden, özellikle de mecliste bir basın toplantısı düzenleyerek, “Evet Sayın Başbakan, ben Kürt’üm, ben Alevi’yim. Bu kimliklerimden utanmam ve bu kimliklerimi saklamam bir yana, 21.yüzyılın Türkiye’sinde çoğulcu ve çok kültürlü bir demokrasinin olmazsa olmazı olan bu kimliklerim, benim kültürel zenginliğimin bir göstergesidir. Bu ülkede yaşayan bütün etnik kökenler ve dinler bizim zenginliğimizdir. Asıl utanması ve kişisel yüzleşme yaşaması gerekenler bu zengin kültürel çeşitliliği Sünni-Türk cenderesine hapsederek, boğmak isteyenlerdir.”demelidir.
İkincisi ise CHP’nin kurumsal yapı olarak, Dersim yüzleşmesidir.
Tarihsel olayları, yaşandığı ortamdan kopararak bugünün değerleriyle değerlendirip, o tarihte yapılanlardan, bugünün yöneticilerini sorumlu tutmak ne derece doğruysa; bugünün CHP yöneticilerinin, o dönemde yapılanların üstünü örtmeye çalışmaları, o derece yanlıştır.
Bu konuda da CHP açısından yapılacak olan açık ve nettir.
Hiç gocunmadan, komplekse kapılmadan kamuoyunun önüne çıkıp, “Evet, 1937-38 yıllarında, o günlerin koşulları içinde Dersim’de bir katliam yaşanmıştır. O süreçte CHP adına sorumlu olan her görevli için kamuoyundan ve o dönem katledilenlerin yakınlarından özür diliyoruz. Bugünün CHP’si olarak, evrensel demokrasinin genel kurallarını bu ülkede bir yaşam biçimi haline getireceğiz. İnsan haklarına dayanan, laik ve sosyal bir hukuk devletinde, bir daha böyle bir katliamın yaşanmamasının da garantisi biz olacağız.”demelidir.
Bu iki açıklama, Sayın Başbakan’ın sözünü ettiği, Kılıçdaroğlu’nun kişisel tarihini ve CHP'nin kurumsal tarihini kamuoyu nezdinde açıklığa kavuşturup, Dersim ile yüzleşmesini sağlayarak, CHP’nin çıkış noktası olabilir.
Siyaset risk alma sanatıdır. CHP, Dersim konusunda risk almalıdır.
CHP, Dersim konusunda risk almayıp, sessiz kalmaya devam ettiği sürece, seçmenler nezdindeki” kekeme” ve “siyasi kabız” imajından kurtulamayacak, dolayısıyla da iktidar yüzü göremeyecektir.