ÇALIŞAN ANNE

ÇALIŞAN ANNE

 

            Hızlı bir değişim sürecinde olan dünyamızda, işgücünün ve tüketicilerin isteklerin de ve özelliklerinde de meydana gelen değişmeler, kadının geleneksel statüsünü de değiştirmiş, bunun sonucunda kadınların sosyal ve ekonomik yaşamda aldıkları rol giderek artmaya başlamıştır. Bu doğrultuda, kadınların işgücüne katılma ve kariyer geliştirme oranlarında da önemli artışlar olmuştur.Ülkeden ülkeye değişen farklılıklar olsa bile kadının geleneksel rolünün ev, çocuk ve ailesi ile sınırlandırıldığı, iş yaşamında belli mevkilere ulaşmasında engellerle karşılaştığı, bir diğer ifade ile kariyer ilerlemesinden erkeklere oranla daha az yararlandıkları bir gerçektir.

Yapılan araştırma sonuçları, evlilik ve çocukların, kadının çalışması ve kariyeri konusunda en büyük engel olduğunu ortaya koymaktadır.Kadından, önce anne ve eş olarak toplumsal rolleri üstlenmesi beklenmekte, mesleki başarı ve kariyer ikinci planda kalmaktadır. Günümüzde meslek sahibi kadınlar, meslek ve aile rolleri arasındaki çatışmaya, aile rollerinden bütün bütün çekilmek veya omuzlarına yüklenen aşırı sorumlulukları taşımaya çalışarak kişisel çözümler arayıp bulmak yoluna gitmektedir. Bu alternatiflerden birincisi, “evlenmeyi dışlamak” ki bu hiçbir toplumda yaygın olarak uygulanan bir seçenek olamaz. İkincisi, “süper kadın olmak” ise, yalnızca gerçekleştirilmesi güç bir seçenek olmakla kalmayıp, aynı zamanda kadınlar tarafından ödenen ciddi bir fiziki ve psikolojik bedeli içermektedir.

Tabi ki bunun yansıması sadece kadına değil aynı zaman da ev içi huzura ve iletişime ve sonuç olarak da çocuğa yansımaktadır.

Günümüz de çalışmayan annelerin sayısı gitgide azalmaktadır.Bunda ki en önemli sebeplerden bir tanesi sosyo ekonomik düzeylerken, bir başka sebepte kadının kendi ayakları üzerinde durma  düşüncesi ön plana çıkmaktadır.Erkeklerin eş ararken belki de kriterlerinin başına çalışan kadın olması eklenmektedir,rahat bir ekonomik yaşam istenmesi bundaki en önemli ve altı çizilecek noktadır.

Tüm bunları konuşurken bu durumdan en çok etkilenenler ise çocuklar olmaktadır.2 yaşına kadar genellikle anneanne yada babaanne;2 yaşından sonra ise okul öncesi kurumlarla çocukların bakımları sürdürülmektedir. Yaklaşık 8-9 saat çocuğundan ayrı olan anne;çocuğunu kreşten almaya gittiği andan uyumaya kadar geçen sürede vicdani yada duygusal davranarak çocuğun her istediğini alma ya da yapma davranışına girmektedir.Buda çocukta doyumsuzluğa ve ruhsal yada davranışsal problemlere yol açmaktadır.Anne olarak çalışmak zorundaysak,çocuklarımıza kavuştuğumuz andan ertesi sabah ayrıldığımız vakte kadarki geçen süre çok çok önemlidir.

Tabi ki özlüyorsunuz ve bazı esneklikler de bulunuyorsunuz ancak çocuğun ertesi gün tekrar kreşe yani sizden başka bir eğiticiye ve akranlarının bulunduğu ortama gittiğini unutmayın. Özellikle sıkıntı yaşayan çocuklarımız için okul öncesi kurumdaki öğretmenlerimizle eş değer davranışlarda bulunmalıyız. Öğretmenlerimizin verdikleri direktiflere uyabildiğiniz kadar uyun, onlardan farklı olarak duygusallığı ön plana çıkarın ancak bir çok noktada okuldan farklı davranışlara girmeden çünkü çocuğu aldıktan sonra 1-2 saat geçiyor ve artık günün yorgunluğu ve stresiyle birlikte karşınızda sizi özleyen ve sizden ilgi bekleyen çocuklarınıza karşı tahammülsüzlük başlıyor ve sinirlenmeler,kızmalar başlıyor ve en kolay susturma aleti olan telefonu eline veriyoruz ve çocukla olan o 1-2 saatlik muhteşem saatler yine hüsranla sonuçlanıyor.Bu sebeple değerli anneler,çalışmaya zorunluysanız çocuklarımıza bunu en az şekilde hissettirmeye çalışın.Büyüklere bırakmak yerine okul öncesi kurumları tercih edin,kendinizden çok fazla ödün vermeyin.Gelecek sayımızda bu konuyla devam edeceğiz.

Görüşmek üzere