İlkönce kırmızı çarpar göze. Ardından kırmızıya boyanmış dudaklar.
Bir de içten gülümseme vardır yüzde, o an, en güzel anlardandır.
Bütün kadınlar doğası gereği (istisnası olsa da) kırmızıyı ve süslenmeyi severler. Bunun içindir dün kına yakılırdı ellere, saçlara. Bugün ise boya, oje ve ruj.
Kadınların süslenmek istemesi önce aynada kendi güzelliğini görmeye, sonra çevresine güzel görünmeyedir.
Ne de güzel görünürler.
Yalın bakın, art niyetsiz bakın onlara. Gül goncası kadar masun güzelliği göreceksiniz.
/
Anadolu’da çok istediği halde çok kadın boyanamazdı. Ya baba, ağabey ya da kocaları; koca yoksa oğulları izin vermezdi süslenmelerine. Düğüne giderken ottan sürme yapar ve gizlice çekerlerdi gözlerine. Birçoğu bunu da yapamazdı ve vasiyet ederdi: “Öldüğümde beni sürmeleyerek mezara koyun” diyerek.
Demek ki sonsuza göçerken bir kadın için sürmeden, süslenmeden mahrum kalmak maldan, mülkten daha önemliydi. İçinde kalan arzularıyla gömülüyordu.
/
Kadının süslenmesine izin verilmemesinin nedeni de erkekleri baştan çıkaracağına inanılmasıydı. Yani kadına yasak getirilerek erkeğin nefsi terbiye ediliyordu.
Peki, erkeklerin iradesi bu dengi zayıf mı?
Yeşillikler arasında kıp kırmızı bir elma görse, haram olduğunu bile bile yemek ister mi?
Kirazı, vişnesi, çileği, narı…
İnanan insan, hak yemeyen insan başkasının bahçesinde kırmızının albenisine mi kapılır yoksa kendi ekşi eriğini mi yer?
Baskılarla, yasaklarla nefis terbiye edilmez.
Ve kadın toplum önünde küçük düşürülmez.
Anlaşılmalı artık!..
Sevgiyle