BAŞKALARIYLA DEĞİL, KENDİMİZLE İLGİLİ OLALIM...

BAŞKALARIYLA DEĞİL, KENDİMİZLE İLGİLİ OLALIM...

Başkalarının hayatlarını kendi yaşamı içinde gündem ederek, ruhuna kaskatı ağır bir  yük bindiren , kendi  ruh halini devamlı surette mutsuz eden, olumsuz enerjiyi üstüne üstüne  çekerek yaşamaya çalışması  kişiyi ne  derece huzurlu  edebilir ?

Oysa ta'rib İnsandaki bütün pozitif  enerjiyi  alır. Farkında olmadan kişide  istemsiz tedirginlikler başlatır.  Olayları kendi gözünde balon gibi şişirmenin stresini yaşar. Gündeme değer mevzu değildir; zira başkasının yaşayışı, tercih şekli, izlediği yol, takındığı üslup, dünyaya bakış açısı, zevki ve renkleri, ancak onu ilgilendirir. Gündem edilen kişi bile bunca tercihi ve yaşamıyla mutluyken, sen sadece onu gündem etmekle  kalıp kendini mutsuzluğa sevk etmiş olursun...Hatta söz konusu mevzu içinde zaman zaman nefsine yenik düşüp, tahkir-amiz bir hale müptela olmak,  ne bedbaht bir hâldir ki hiç bir şekilde kendisi bile  bunun farkına  varmaz. Yani şu durumda  bela aramaya lüzum yoktur. Kişinin  kendisi  yine kendisine bela olarak yeterlidir. 

 

 Yaşamak; insan olarak yaratılmış olmak  yeteri kadar büyük bir mesuliyet ve sorumluluk ise, nasıl başkalarının hayatını gündem edecek kadar zamanımız olabiliyor bunu sormak lazım... Şüphesiz diğer varlıklarda bizim gibi yer içer yatar, izler...Bizi onlardan ayıran neydi "Yeryüzünde vakariyla yürüyen, verilen aklı kullanabilen ve nasıl kullandığının şuurunda olabilen;  kendisine   ihsan edilen muayyen zamanı daha iyi kullanması için bütün imkanları onun emrinde seferber eden,  Allah cellacelaluhudur. 

"Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün ettik,karada suda taşıdık onları, tertemiz şeylerle rızıklandırdık onları ve yarattıklarımızın çoğundan üstün ettik. " (İsra,70) 

Öyleyse bunca değere rağmen,  kendi değerinin ne olduğunu bilmeyen, kendini basit işlerle meşgul ederek nefsinin mübtelâ-yı marazasına kapılan kendine  zulmetmiş olmaz mı ? 

Mevlana'nın  dediği gibi;  

“Sen değerinle ve düşüncenle, iki aleme de bedelsin; ama ne yapayım ki, kendi değerini bilmiyorsun.” 

 

Ortalama insan ömrünün yetmiş küsur olduğunu araştıran istatistiksi araştırmalara göre bu kısacık ömrümüzü kendimize ve sevdiklerimize faydalı hale getirmek yerine; daha ziyade bizi mutsuz eden işlerle hemhal olmak,  başkalarının  dedikodusunu yapmak, birinin kusuruyla meşgul olmak, geçmişte olmuş bitmiş olayla sürekli  iştigal halinde bulunma, bilhassa günümüz sisteminde sosyal medya üzerinden maksatlı takipleşmelerde bulunarak,  nefret duygularını galeyana getirip, ruha gerginlik vermenin verdiği rahatsızlıklar.  Aslında insanoğlu   her türlü zararda. Belki başkasının zararından kendini korusa da, yine kendine yaptığı  zulümden kendini  koruyamıyor. Kendi kendine  zarar verip,  anlamsız  acılara  duçar olabiliyor. Hastalıklar dahi çoğu kez  bu duygulardan hasıl olan durumdan ötürüdür. Merak, hırs, kin gibi... Verilen bu güzel hissiyatlarına yanlış yolda kullanılması nasıl aksül amâl ediyor görmemek ne mümkün ? 

Duygularını adeta ruhuna karşı bir kamçı yapıp sürekli ona acı çektiren insanın  hiç mi kendine merhameti  yok ? 

Zaman kısa, 

sorumluluklar ağır,

Yapılacak çok iş var,

Yollar patikalı, 

İnsanın ezeli ebedi rakibi ve düşmanı şeytan pusuda,

Nefsin bitmeyen arzuları,

Yaşamanın ve ayakta durabilmenin savaşı,  derken vaziyet acı... 

O vakit önümüze bakma vakti...!