En büyük problemimiz anlaşılamamak. Evet dinleniyoruz, anlaşılmıyoruz. Birbirimizi anlamıyoruz. Dinliyoruz ama anlamıyoruz. Karşımızdakinin bir an önce susmasını bekleyip, konuşma sırasının hemen bize gelmesini bekliyoruz. Gerçi çoğu zaman bunu bile bekleyemiyoruz. Beynimizde kurgulamış olduğumuz senaryoyu karşı tarafa hemen nasıl aktarımın düşüncesine giriyoruz.
Kişinin anlattıklarından daha çok kendi düşüncelerimi nasıl ifade ederime odaklanıyorsak; bu baya baya “Narsisliktir”. “Senin söylediklerin, benim söyleyeceklerimin yanında ne ki ?” düşüncesini bilincimizde barındırıyoruzdur. Kişinin ne söylediğinden çok “ben ne diyeyim ?”e odaklanıyoruz. Bu tavır ve düşüncelerle de anlaşılmak bir hayli zor oluyor. Herkes birilerini anlamaktan çok kendini anlatmaya yöneliyor.
Bu davranış biçimleri bir yandan da beni çelişkiye düşürüyor. Neden mi? Kendine saygı duymayan bir bireyin başka bir bireye saygı duymasını beklemek ne kadar doğrudur? Fakat ne kadar ironi bir durumdur ki kendisine saygı duymayan bir birey başka bir birey tarafından saygı görmek istiyor ve bu yüzden dinlenilip anlaşılmak isteniyor. Bazen bireyler kendilerini dinletebilmek adına ya seslerini yükseltiyor ya da hızlı bir şekilde konuşarak bir an önce söylemek istediklerini söyleyip, dinlenilmeye çalışırlar.
Saygı dediğimiz kavramın barındırdığı anlam aslında o kadar basit ki. Saygı; sana yapılmasını istemediğin davranışları senin de başkalarına yapmamakla başlıyor. Dinlenilmek için o saygı çizgisini aştığımız durumlar sonunda karşılıklı bir güç yarıştırma durumuna dönüşüyor. Kim üstün çıkarsa; o kişi daha çok dinlenilmeye hak kazanmış gibi bir durum oluşuyor.
Dinlenilmiş olsak da anlaşılamıyoruz. Çünkü karşıdaki birey içgüdüsel olarak istekleri karşılanmadığı için o da haliyle diğer bireyin isteğini karşılamıyor. Peki, bu durumda kişiyi mi kendimizi mi sorgulamalıyız?
Anlaşılmayı istemekten önce bence oturup bir de bunu düşünmemiz lazım.